31 Mart 2010 Çarşamba

BABAM VE OĞLUM

Filmin ismi ile aynı oldu yazının başlığı ama daha uygun bir başlık da bulamadım işin doğrusu.

Son zamanlarda hayatıma en çok etki eden iki insan bunlar. O kadar da benzer şeyler yapıyorlar ki benim için, inanılmaz. Sanki babam ufalmış oğlum olmuş yada oğlum büyümüş babam olmuş gibi hissediyorum. Benim babam benim için her zaman yıkılmamam için duran bir duvar gibiydi hayatımda. Ne zaman başım sıkışsa babama dayandım. Maddi manevi bana desteğini hiç bir zaman eksik etmedi. Hiç bir şeye ihtiyacım olmasa bile onun orda olduğunu bilmek bile benim için yeterli idi. Fakat oğlum olduktan sonra oğlum bu görevi garip bir şekilde devralmış gibi oldu. Ne zaman moralim bozulsa ona yaslandım, her zaman mutlu her zaman güleryüzlü. Hiç bir zaman gel oynayalım dediğimde “yok baba benim işim var” demedi. Ne zaman gel bana bir sarıl desem “yok baba canım istemiyor” demedi. Ve ondan sonra kafama dank etti zaten. Acaba küçükken bende böylemiydim babama karşı. Küçükken böyle idi isem bile artık böyle olmadığımı biliyordum. Böylece babama daha fazla sevgi göstermek gibi bir çaba içine girdim son zamanlarda. Karşılığını hemen verdi bana. Ve böylece ben hala babamın oğlu olduğumu, babamın da, ben ne yaparsam yapayım beni sevmekten vazgeçmeyeceğini bir kere daha anladım. Böylece babam oğlum, oğlum da babam oldu. Şimdilerde canım sıkıldığında oğluma dayanıyorum, ve babama da kendi oğluma gösterdiğim sabrı gösteriyorum ve görüyorum ki herkes daha mutlu. Oğlum ondan destek aldığımın belki farkında değil, yada babam ona daha sevecen davranmaya çalıştığımı bilmiyor belki. Ama gelin görün ki ben bunların hepsini bilerek ve isteyerek yapıyorum. Ve son günlerdeki yüzümdeki gülümsemenin temel sebebi de bu.

Erkekler için baba figürü çok önemli. Nerden mi biliyorum, tabii ki kendimden. Ama etrafımda oğullarına mesafe koyan hatta onların neler yapmaları gerektiğini direten bir sürü baba var. Çok iyi hatırlıyorum daha yirmili yaşların başında iken bir konuda babamla ters düşmüştük. Ben dönüp babama “baba benim yaptıklarımla değil, mutluluğum ile mutlu olun” demiştim. Halbuki ne kadar anlamamışım onun benden ne istediğini. Onun tek derdi gelecekteki mutluluğumu sağlamakmış bunu daha bugün anlıyorum. O gün onu dinlemedim bildiğim gibi hareket ettim, ama bugün herşey onun dediği gibi olduğu için kendimi çok şanslı sayıyorum. Olmayada bilirdi. O ise depot bir baba gibi diretmemiş “nasıl istersen oğlum” demişti. Benim hayatla başa çıkabileceğime yüzde yüz güvenerek.

Oğlum konusunda da bazen aynı şeyi ben yapıyorum. Ama sanırım benim oğlum daha 4 yaşına yaklaşmasına rağmen benden çok daha üstün bir adam olma yolunda ileriliyor. Bunda da gerek annesinin gerekse babasının payı çok. Herkes anne ile çocuk arasına bir şey giremez der, birazda kıskançlıkla bunu her zaman yadırgadım. İşin doğrusu şöyle bence, anne ile oğul arasına duygusal olarak hiç bir şey giremez ama baba ile oğul arasına hiç bir şey girmemelidir. Ve yaş ilerledikçe bunun farkı daha da ortaya çıkıyor. Oğlum büyüyor ve ben her geçen gün onda kendimi görüyorum. Onun için dünyayı değiştirmeye bile hazırım. Ama sonra kendime çeki düzen veriyorum. “kendine gel” diyorum. Onun kendi ayakları üzerinde durması lazım, ama nasıl ki yürümeden koşamaz isek, o da düşmeden yürümeyi öğrenemez. Önemli olan, o bir gün sendelerse yanında duvar olmaktır. Tıpkı babamın bana 35 senedir yaptığı gibi.

Yazımı iki alıntı ile tamamlıyorum.

Paulo Coelho: “Eğer bir gün yolunuzu kaybederseniz, bir çocuğun gözlerinin içine bakın. Çünkü bir çocuğun bir yetişkine her zaman öğretebileceği üç şey vardır: 1. Nedensiz yere mutlu olmak, 2. Her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak, 3. Elde etmek istediği şey için var gücüyle dayatmak”

Goethe : “İnsan, babasına borçlu olduğu saygıyı ancak baba olduğu zaman duyar.”

9 Mart 2010 Salı

Isaac ASIMOV




Bilimkurgu türünün büyük ustasi Isaac Asimov 1920 yilinda Rusya'da dogdu. 1923'de ailesiyle birlikte B. Amerika'ya göç etti. Columbia Üniversitesine giderken babasinin öngördügü tip meslegi yerine, kimyager olmaya karar verdi. Kisa bir süre Amerikan Deniz Kuvvetlerinde görev yaptiktan sonra 1949'da kimya doktorasini alan Asimov, Boston Üniversitesine bagli Tip Fakültesinde biyokimya dersleri vermeye basladi. Bir yandan da nükleer asit alaninda arastirmalar yapiyordu. Kimya arastirmalarini yazarlik meslegiyle birlikte sürdürmenin giderek zorlasmasi sonucu, 1958'de tüm zamanini yazarliga adamak üzere üniversiteden ayrildi. Böylece bilim kurgu türünün dünyaya yayilmasini saglayan büyük bir yazar olarak edebiyat alaninin unutulmaz adlan arasina katildi.

Kazandigi Ödüller:
-------------------------------------
Nebula Best Short story nominee (1965) : Founding Father
Nebula Best Short story nominee (1965) : Eyes Do More Than See
Nebula Best Novel winner (1972) : The Gods Themselves
Hugo Best Novel winner (1973) : The Gods Themselves
Hugo Best Novellette nominee (1975) : That Thou Art Mindful of Him!
Nebula Best Novellette winner (1976) : The Bicentennial Man
Hugo Best Novellette winner (1977) : The Bicentennial Man
Nebula Best Novel nominee (1982) : Foundation's Edge
Hugo Best Novel winner (1983) : Foundation's Edge
Hugo Best Novel nominee (1984) : The Robots of Dawn
Nebula Best Short story nominee (1986) : Robot Dreams
Hugo Best Short story nominee (1987) : Robot Dreams
Hugo Best Novellette winner (1992) : Gold

Isaac Asimov, (2 Ocak 1920 - 6 Nisan 1992) Rus asıllı Amerikalı yazar ve biyokimyacı.

Pek çok konuda yapıtları olmasına karşın, bilim kurgu eserleri ve popüler bilim kitapları ile tanınmıştır. Kurgu olmayan çok sayıda eserinin yanısıra Fantazi dalında da yazmıştır. Dewey Ondalık Sınıflandırma sistemindeki Felsefe hariç tüm ana dallarda eserleri vardır. Asimov ortak görüşle bilim kurgu dalının ustasıdır, Robert A. Heinlein ve Arthur C. Clarke ile birlikte yaşadığı dönemde "Üç Büyük" bilim kurgu yazarından biri olarak kabul edilmiştir.

Yaşam öyküsü

Kesin doğum tarihi bilinmeyen Asimov'un doğum tarihi resmi kayıtlarda 2 Ocak1920'dir. Rusya'da Smolensk yakınlarındaki bir kasabada Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Asimov, ailesi ile birlikte üç yaşında iken ABD'ye göç etti. New York kentinde büyüdü. 20 yaşından önce bilim-kurgu öyküleri yazmaya başladı.
Columbia Üniversitesi'nden 1939'da mezun oldu ve kimya dalında doktorasını aynı üniversiteden aldı. Daha sonra Boston Üniversitesi'ne geçti. Burada 1979'da profesör oldu.
26 Temmuz 1942'de Gertrude Blugerman ile evlendi. Bu evliliğinden iki çocuğu oldu. 1973'te ilk eşinden boşanan Asimov, aynı yıl Janet Jeppson ile evlendi.
1983'te olduğu by-pass ameliyatındaki kan naklinde kendisine verilen enfekte kan nedeniyle AIDS'e yakalandı ve 6 Nisan 1992'de bu hastalık yüzünden öldü. AIDS'ten öldüğü gerçeği ölümünden on yıl sonra kamuoyuna açıklandı.

Yazarlık kariyeri

Yazarlık kariyerine bilim-kurgu ile başlayan Asimov, popüler bilim kitapları ve şiir kitapları da yayımladı.
1941'de yayımlanan Nightfall adlı kısa bilim-kurgu öyküsü, en ünlü bilim-kurgu öykülerden biri oldu. Bu öykü 1968'de Amerikan Bilim-Kurgu Yazarları adlı kuruluş tarafından o zamana dek yazılmış en iyi kısa bilim-kurgu öyküsü seçildi.
Asimov, Vakıf (İng: Foundation) ve Robot dizi kitapları ile de büyük ün kazandı.

Kaynak : Wikipedia (http://tr.wikipedia.org)

Bu büyük Üstadın benim hayatımdaki yeri çok farklıdır. Sizlerle paylaşmak istememin sebebide bu. Bilimkurgu okumak zor iştir. Hele benim gibi çok küçük yaşta başladıysanız daha da zor olur. Benim ilk okuduğum kitaplardan biridir “ Ben Robot” isimli kitap. O kitap beni başka dünyalara, hayal alemine sürüklemişti. Okuyalı belki 20 yıldan fazla oldu fakat hala bende izleri devam ediyor. Bilmikurgu okuyan bir insanın en iyi yönü absürd fikrilere açık olması ve hayata kalıplar içinden bakmamasıdır. Adı üzerinde bilimkurgu, kurgulanmış bir gelecekten bahseder genellikle, ve bu gelecek hepimizi bazı şeyler görmeye iter. Son zamanlarda olduğu gibi bilimkurgu kitaplarında veya filmlerinde pek fazla mesaj yoktur. Ama son yıllarda bu biraz da moda oldu bkz. Avatar. Halbuki gelecekte kimsenin aklı başına filan gelmiyor. Geleceği düşünerek büyüyen bir çocuk da her zaman , açık fikirli oluyor. Ve pek tabii ki rüya alemine dalan insanın hayal gücü genişlediği içinde hem özel hemde iş hayatında başarılı olma şansı artıyor bence. Çocuklarımıza bilimkurgu okumayı öğretmek onlara başarılı bir gelecek yolu açmak olabilir. Ufku genişleyen çocuklar her zaman farklı olacaktır. Hatta yaşımız ilerledikçe bilimkurgu bizim için bir alışkanlık haline gelecektir. Ben artı 3-4 kitapta bir bilimkurguya dönüyorum. Yaşım ilerledikçe de daha çok keyif alıyorum. Ben bu dünyanın zırvalıklarında çıkarıp güzel bir aleme sokuyor. Hem hepimiz merak etmiyormuyuz zaten gelecekte ne olacağını. İşte size fırsat biraz bilimkurgu kuruntuyu da alır götürür emin olabilirsiniz.

Pek bu blogun hedefi değil aslında ama ben yine de bu yazıdan etkilenebilecek insanları düşünüerek “Ben Robot” kitabının minik bir tanıtımını yapıp hepinize bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.


Üç Robot Yasası:
Kural 1 - Bir robot asla bir insana zarar vermez ya da bir insanın zarar görmesine izin vermez.
Kural 2 - Bir robot insanlara mutlaka ve her koşulda itaat etmelidir.
Kural 3 - Bir robot birinci ve ikinci kurala karşı gelmemek kaydı ile varlığını muhafaza etmekten sorumludur.

Robotlar artık gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmişlerdir. İnsanların robotlara olan güveni tamdır. Fakat robotlar bu güveni hakkedşyorlar mı? Bir robot ile bir insanı ayıran temel özellik nedir? Bir robot insan gibi hissedebilir mi?

6 Mart 2010 Cumartesi

Değiştirme Zamanı Geldi

Bir şeyi değiştirmek ne kadar zor olabilir? Bir Cumartesi evde oturmuş “ Precious , A novel Push by Sapphire” isimli filmi seyredereken aklıma gelen ilk şeydi. İnsan yaşadığı hayatı tüm iyi ve kötülüklerine rağmen değiştirmek te neden zorlanır acaba. Filmde 16 yaşında babası tarafından tecavüze uğrayıp, babasından hamile kalan bir kızın öyküsü anlatılıyor. Sanıyorum insanlar daha ufak yaşlarda daha cesur oluyor, ufakken hayaller kuruyoruz. Sonra bunların bir kısmı gerçek oluyor bir kısmı ise olmuyor. Gerçek olan hayaller bizi mutlu ederken, gerçekleşmeyenler ise biraz umutsuzluğa kapılmamıza sebep oluyor.

Küçük bir çocuğa sorduğunuz zaman ne olmak istersin diye, genelde aldığınız cevap absürd dür. Fakat verdiği cevap onun o zamana kadar ki hayatında kendisine uygun gördüğü roldür aslında. En yukarıda gördüğü şey olmak ister. Genelde aileler ise çocuklarını toplumun onaylayacağı şeyler yapmaları konusunda eğitirler(en azından bizim jenerasyon için). Peki hangi zamanda bunu değiştirebiliriz. Kaç çocuk ben sanatçı olacağım derki??? Ancak aile çocuğun becerilerini görüp çocuğu yönlendirir. İşte bizim zamanımızın en büyük problemi de bu. Bize ebeveynler olarak çok iş düşüyor.

Bence, 25 senelik enflasyonist ortam ve dünyadaki katı kapitalizm tüm aileleri çocuklarının iyi para kazanabileceği bir meslek sahibi olmalarını sağlamaya yönlendirdi. Bunda aslında ailelerimiz çok da haksız değildi. Yaşadığımız yer ve durum bunu gerektiriyordu. Bu düzen içersinde çok az insan diğer yönlere kaydı. Halbuki her şey para değil dediğinizi duyar gibiyim, teoride haklısınız ya pratikte??? Bu düzen ne zaman ve nasıl değişecek peki? Maalesef bizim jenerasyon un bunun değiştiğini göreceğini pek sanmıyorum. Nasreddin hoca bundan 800 sene evvel görmüş aslında gerçeği “ye kürküm ye” derken. Elimizden geleni çocuklarımız için yapmalıyız artık.

Bize düşen bunu artık değiştirmek. Sanat icra etmenin, sosyal sorumluluk projelerinde bedelsiz çalışmanın, paylaşmanın iyi olduğunu öğretmemiz lazım çocuklarımıza. Televizyon seyretmek yerine tüm boş zamanlarında hoşlanacakları başka şeyler bulmalarını sağlamamız gerekli. Vakitlerini bunlara yönlendirmeye çalışmalıyız. Zamanlarını alışveriş merkezlerinde yada oyun salonlarında değil, tiyatrolarda, el becerileri kurslarında, müzelerede geçirmelerini sağlamalıyız. Tek hobilerinin Playstation oynamak yada televizyon seyretmek olmaması gerekli.

Bende bundan sonra bunu yapmaya çalışacağım kendi oğlum için.

Blogumu izleyenlerden ricam önerilerinizi benle paylaşmanız.